Perşembe, Mart 31, 2005

The Shawshank Redemption (1994)

aka Esaretin Bedeli

imdb

Uzunca bir aradan sonra -yaklaşık 7-8 yıl önce izlemiştim sanırım en son- tekrar izleme fırsatını bulduğum bu film, beni bir defa daha kendi zaman dilimine taşıyıp, büyülemeyi başardı.

Frank Darabont'un akıcı yönetimindeki kadronun (Tim Robbins, Morgan Freeman, Bob Gunton, James Whitmore, Gil Bellows) bu kadar başarılı olmasının sebeplerini görmek pek zor değil.

Öncelikle casting mükemmel denilecek bir seviyede. Gerçekten her rol için en doğru isimler seçilmiş. Tim Robbins'in donukluğu, -bir çok kişinin katılmayacağını bilsem de- Mystic River'daki gibi alışagelmiş ya da zorlama gözükmüyor; aksine karakterin baştan sona en önemli parçası. Morgan Freeman, çoğu zamanki (en son Million Dollar Baby'de izlediğimiz) sevilesi karakterini oynuyor. Bob Gunton'ın (bir çok filmden tanıdığımız ama adı akla gelmeyen oyuncular arasında baş sıralarda yer alır) karakteri ise biraz fazla Hollywood'laştırılmış, yani fazla iyi ya da fazla kötü olanlardan. Yine de film boyunca karakterin uçlardaki yapısını oldukça yumuşatılmış denilebilir, en azından o kadar göz batmıyor.

Ancak hafızalara en çok kazınan tiplemeler kesinlikle James Whitmore (Brooks Hatlen) ve Gil Bellows'un (Tommy Williams) karakterleri. İkisi de toplam belki 15 dakika sahne alıyorlar ama seyirciye kendilerini benimsetmeleri fazla zaman almıyor. Özellikle James Whitmore'un "Brooks was here" sahnesi ve Gil Bellows'un sahneye ilk girişi ve fonda çalan müzik hafızaya doğrudan kazınan sahneler.

Başarılı olma sebeplerinden bir diğeri de, gerçek bir hikayeymişcesine canlı/gerçekci kurgusu ve bu kurguyu seyircilerle paylaşırken birbirinden ayrı ama kararkterler aracılığıyla ilişkili 5-6 farklı hikayeyi anlatıyor olması.

Filmin gidişatındaki duygusal iniş-çıkışlar ise ne çok aşağıya çekiyorlar tempoyu, ne de fazla hızlandırıyorlar.

Tekrar izlerken inaılmaz keyif aldığım ve aynı zamanda imdb kullanıcıları tarafından en beğenilen ikinci film olan Shawshank Redemption benden rahat bir 8,5/10 alıyor.

İzlemediyseniz mutlaka izleyin, izlediyseniz ise bir daha izlemekten keyif alacağınıza eminim.

Pazartesi, Mart 14, 2005

Unendliche Geschichte, Die (1984)

aka The NeverEnding Story, Hiç Bitmeyen Öykü

imdb

Film Yorumlarımızı hep son dönem filmlere odaklamış durumdayken, dün izlediğim bir filmin yorumuyla bu trendi biraz saptırmak istedim.

Adını daha önce defalarca duyduğum, t.v. kanallarında yaklaşık 32 kere gösterilmiş ancak bir kez olsun elime izleme fırsatı geçmemiş olan bu filmi incelerken 21 yıllık bir mazisi olduğunu unutmamak gerekiyor.

Troy'unu hiç ama hiç sevmediğimiz Wolfgang Petersen'in, Das Boot ile kendini iyice kanıtladıktan sonra çektiği bu fantastik macera (bir çok açıdan çocuk filmi denilebilir), bazen over-acting'in sınırlarında dolaşsa da, başrol oyuncusu Barret Oliver'ın becerisiyle ilk dakikalarda seyircinin, ilgisini üzerine çekmekte zorlanmıyor.

Hikayedeki fantastik öğelerin oldukça çocuklara yönelik olarak seçilmiş olması (Alice Harikalar Diyarında'ya oldukça benzer bir setting), yetişkin izleyiciler için biraz sıkıcı dakikalar anlamına geliyor. Özellikle bütün bunlar, 1984 yılının kısıtlı teknik imkanlarıyla birleşince, bir çok izleyici için yadırganması kolay bir yapım olup çıkıyor karşımıza.

Bunlara bir de hikayenin kopuk bir anlatım gerektirmesi eklenince, imdb'den aldığı 7,2 puan insana biraz fazla geliyor. Imdb puanının bu kadar yüksek olma sebeplerinden birisinin de, oylayanların büyük bir kısmının (~%69) filmin gösterildiği dönemde çocuk sayılacak yaşta olmaları olduğunu düşünüyorum.

Yine de, makyajı, mükemmel hareketlendirilmiş, aşırı detaylı maketleriyle, karakter tasarımları ve keyifli/ garip kurgusuyla izlenmesi gereken bir film. Benden 6/10 aldı.

Perşembe, Mart 10, 2005

Million Dollar Baby (2004)

aka Milyonluk Bebek

imdb

Film hakkında bilgi/spoiler vermeden, iyi bir yorum yapmak kesinlikle zor olacak. Aşağıdaki üç yıldızın altında bir çok şey ekleyeceğimi şimdiden öngörebiliyorum.

Filmin ana konusuna oldukça aşinayız aslında. Neredeyse marka olmuş ifadesiyle, tam bir Rocky filmi. Ancak Dirty Harry zamanlarından beri sevdiğimiz, hafif hastalıklı görünüşlü, bakışlarıyla ufak gözleri kocamanmış hissi veren Clint Eastwood anlatımındaki berraklıkla bir anda sizi filme mıhlıyor. Gerek Hilary Swank'in saf, gayretli karakteri, gerek Eastwood'un eski antrenör/daha eski boksör tiplemesi, gerekse de Morgan Freeman'ın gerçekçi/hiciv dolu karakteri perdeye ilk çıktıkları andan itibaren kendilerini kabul ettirmekte zorlanmıyorlar.

Son dönemde hep iyi filmlere gitmiş olmama rağmen, Million Dollar Baby kadar içine çeken, heyecanını, hüznünü seyirciyle bu kadar iyi paylaşan bir film uzun zamandır izlememişimdir.

Filmin, izleyenlerden en çok tepkiyi ikinci yarıda alacağına eminim. Ancak Eastwood'un deneyimi; filmin yalın, şaşadan uzak ama bir o kadar etkileyici, kendini kolay kolay ele vermeyen, asla yapaylaşmayan bir film olmasına çok önayak olmuş. Hillary Swank'in sessiz, heyecanlı, içi-içini yiyen karakteri ise eminim son dönemin en audience-friendly karakteri.

Yorumun gidişatından da anlaşılacaı gibi, bir Clint Eastwood hayranı olarak, filmi oldukça beğendim, nitekim 9/10'u hakediyor bence.

***

Eastwood'un, peder ile yaptığı kısa diyaloglar gerçekten bir anda karaktere inanılmaz derinlik katıyor. Bu sahneler, bir yandan yumuşak/rahatlatıcı bir amaç için kullanılırken, bir anda hüznü aktarmak için kullanılabiliyor. Eastwood'un yönetmenliği bu sahnelerle övgü hakediyor.

Karanlıkta tek bir güçlü spot lamba ile aydınlanmış mekanlardaki kontrastlar mükemmeldi bence. İki üç sahnede, Eastwood ve Freeman önce sadece gövdeleri görünürlen konuşmaya başlayıp daha sonra sahneye tam olarak giriyorlar.

Hillary Swank film için yaklaşık 10 kilo almış. Filmde de net olarak görüldüğü gibi, hepsi kas.

Senaryo, "Rope Burns: Stories From the Corner" adlı kısa hikayelerden oluşan bir kitaptan uyarlanmış. Eski dövüş menejeri Jerry Boyd tarafından F.X. Toole adı altında yayınlanmış.

Eastwood'un kızı ile olan görünmez ilişkisi tam gerektiği gibi sadece arkaplanda kalıyor ama karakterin "gerçek" olmasında sağlayacak kadar etki bırakıyor.

Pazartesi, Mart 07, 2005

Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)

imdb

Neden halen Türkiye'de gösterime girmediğini kesinlikle anlamadığım Eternal Sunshine of the Spotless Mind(bu uzun ismi Alexander Pope'un dizelerinde alıyor), son dönemin en ilginç, en sıcak filmlerinden birisi.

Kaufmann senaryosu olması, hem bir heyecan, hem de bir endişe neden olmuştu ilk duyduğumda. Senaryolarında yaratıcılığı ve karakter zenginliğini çok yüksek düzeyde tutan Charlie Kauffman, filmlerine anlam yüklemek adına bazı zorlama yorucu sahneler eklemekten çekinmiyordu (bkz. Being John Malkovich, Human Nature, Adaptation). Bu ise filmin yoğunluğunu bir miktar arttırsa da içindeki keşiflerin, yaratıcılığın çarpıcılığını azaltmakta idi.

Ancak Eternal Sunshine of the Spotless Mind (sağolsun copy-paste), karışık kurgusu, çarpıcı fikirleriyle beraber sizi etkisi altına alıyor ve en önemlisi hiç bırakmıyor. Acaba bu filmi çok beğeneceğim ama bir kere daha mı izlemem gerekecek tam olarak kavramak için derken, anlatımında berraklık bir anda sizi tüm endişenizden çekip çıkarıyor.

Sıradışı senaryosunu, aşk/sevgi/nefret ile öyle güzel bağlıyor ki, ertesi bir kaç gün, kendinizi, hala üzerinde espri yapıyor ve filmin temelini oluşturan olayın uygulama varyasyonlarını düşünürken buluyorsunuz.

İçindeki bir kaç farklı konuya değinirken yine de insanı insan yapan değerleri de kurcalamaktan geri kalmıyor. Film içine serpiştirilmiş binlerce detay ise, yakalandıkça filmin zevkini kat ve kat artırıyor.

İzlediğim en iyi filmler arasında haklı bir yer edinen bu film 9/10 puanı hakediyor.

Sideways (2004)

imdb

Gösterime giren Hollywood yapımı komedi filmlerinin büyük bir kısmının ortak bir şablonu paylaştığını hepimiz farketmişizdir. Giriş, gelişme, mutluluk, hüsran, ikinci gelişme, ikinci mutluluk sıralamasını izlemiş olduğumuz bir çok filme uydurmak mümkün olacaktır.

Sideways'in (niye türkçeye çevrilmedi hiç bilmiyorum), çoğunlukla utanç verici durumlar, sakarlıklar üzerine kurulu Hollywood komedileri arasından sıyrılmasının formülü aslında demin bahsettiğimiz yaygın şablona ait olmaması belki de.

Filmimiz kendini anlatmak için çaba sarfetmiyor. Senaryoda sadece seyircilerin gülmeleri için hazırlanmış sahneler yer almıyor. Film kendi mütevazi yapısı içerisinde sizleri serbest bırakıyor. Detaylı karakterleri, bu karakterlerin olaylar karşısında verecekleri tepkilerin ince ince sezdirilmesi, bir çok insan için normal ancak sıradan insanlar için çılgınlık sayılacak durumlarla karşılaşılması; kısacası, karakterlerin sıradan insanlar gibi, sıradan sayılabilecek durumlar içinde yaptıkları, filmin gerçek gücünü oluşturuyor.

Ne kadar klişe olsa da doğruluğuna inandığım, 'kendinizden bir şeyler bulduğunuz filmler/kitaplar gerçekten etkileyici olanlardır' lafını sonuna kadar doğrulayan bu hafif, eğlenceli ancak inceden 'ben olsaydım ne yapardım' dedirten filmimizi oldukça beğendiğimi söylemeliyim.

Paul Giamatti'ye şapka çıkarırken, Rex Pickett'ın romanından yapılan senaryo uyarlamasının da oldukça iyi olduğunu belirtmek isterim. Ne gereksiz uzun sahneler, ne de sığ karakterler mevcut.

Benden 7,5/10 puan.

Cuma, Mart 04, 2005

Strings (2004)

aka İpler

imdb

Bugün (04/03/2005) itibariyle vizyona giren filmimizi, yaklaşık bir hafta kadar önce !f Film Festivali'nde izleme fırsatı bulmuştuk.

Konsept olarak tam olarak ne bekleyeceğimizi bilemeden gittiğimizden belki de bizleri oldukça etkiledi. Şiddetle de büyük/küçük herkese tavsiye edebilirim rahatlıkla. Eminim karakterleri, filmin çok depresif olmayan ancak bir çok şeyi içinde barındıran felsefesini ve özellikle müziklerini oldukça beğeneceksinizdir.

Benden şahsen 8/10 aldı.

Buradan sonra ki kısımda filmin konusu/senaryosundan ama daha da önemlisi felsefesinden biraz bahsedeceğim. Filmi bir sürpriz olarak 'embrace' etmek isteyenlerin kaçınmasını tavsiye ediyorum. Ancak hala ikna olmadıysanız ya da filmi zaten izediyseniz buyrun ikinci kısma.

***

Hafif Hollywood vari bir ortaçağ hikayesini konu alan (savaşan uluslar, kayıp prens, vs.) bir senaryo var belki elimizde ancak gerçekten bu senaryonun işleniş biçimi diğerlerinden olduça farklı.

Zaten ilk kareden itibaren filmin ismine yakışır bir biçimde bir kukla filmi olduğunu görüyoruz. Kısa süre içerisinde, kuklalar, yapıldıkları malzemeleri, yüz hatları, kostümleri, oldukça 'smooth' hareketleri ve müziğin teşvikiyle gerçek birer karaktere dönüşüyorlar.

Bunları görüp beğendikten sonra, bizi asıl çarpan tüm bu kukla konseptinin, kuklalar için de varolması. Bu ne demek şimdi?

Söylemek istediğim, kuklalarda farkındalar, iplerle gökyüzünden sallandıklarından, ya da bir kılıçla öncelikle birbirlerinin 'headstring' ine, yani kafayı taşıyan ipe, saldırıyorlar. Çünkü bu o kuklanın direkt ölümüne neden oluyor.

Kuklaların, kuklalıklarını bilmeleri, filmin tüm yapısını, çehresini, dinamiğini muazzam ölçüde değiştiriyor. Bir çok alışagelmiş temayı (bilinçli) kuklaların gözüyle görmek olaylara başka bir perspektiften bakabilmeyi, bazı olayları sadeleştirmeyi bazılarını ise tahmin edilmeyecek boyutlarda komplikeleştirmeyi başarıyor.

Daha fazla detaya girmeyeyim. Umarım beğenirsiniz.